YAZILAR
İRKİLDİM, UYANDIM, BİR DAHA UYUMADIM
İrkildim, uyandım, bir daha uyumadım ve sonra dünyaya baktım, çevresinde fırdolayı döndüm ve gördüklerimi kitaba yazdım.
Bizim Muzaffer resim eleştirmenlerinin sandığı gibi resim yapmıyor, resim yazıyor!
Cümlenin “İrkildim, uyandım, bir daha uyumadım” bölümü Muzaffer Akyol’a ait, gerisi benim.
23 Şubat 2014 Pazar günü öğle sonundan gece yarısına kadar onunla birlikteydim. Yeni resimleriyle boğuşurken, bir ara, “Gerçek nedir? Nerededir?” diye sordum.
“Düşlerler de gerçek familyasına girer mi? diye sordum.
“Cevabını yarın sabah alırsın” dedi.
Cevap sabahleyin gelmişti:
“Düşümde bir gemi gördüm
Dalları zeytin ağacı
Kanatları Anka kuşu
Dalgalarla dalga geçti
Uçtu dağın tepesine
Ben düş zenginiyim. Zenginliğim algılayıp özümsemenin ürünüdür. Elli yıllık bu serüven beni abat etti, düşler bireyi yaptı. Varsıllığımın ana kaynaklarına saygıyla yaklaştım. O kaynaklardan beslendim. Beslendikçe çizdim, çiziktirip boyadım. Terkimde insana dair tüm değerleri taşıdım. Kendi teknemin hamurunu yoğurdum. Kendi teknemde kendi ekmeğimi pişirdim. Ulu ozanların şiirlerinden beslendim. Anadolu ezgilerini çok sevdim. Sevdanın büyüsüyle çocuklaştım. Acının, baskının, ihanetin her türlüsünü gördüm ve yaşadım. Renklerin gücüyle ayakta kaldım. Resim yapıyorum.”
Muzaffer’in cevabı beni yıllar öncesine götürdü. Günlerden 4 ile 8 Eylül 1981 arasında bir gün. Sisam (Samos) adasının Karlovassi kasabasında Yannis Ritsos’un evinde şairle sohbet ediyoruz. Kafamı kurcalayan sorular soruyorum. Düşüncelerimi onunkilerle sınıyorum. Belki farkında, belki değil, ama konuşuyoruz...
Gerçek nedir? Nerededir?
“Nesnel gerçekten (realité) büsbütün bağımsız bir şiirsel, daha doğrusu sanatsal bir gerçek var mıdır? Sanatsal yaratıda nesnel gerçek ile sanatçının öznel gerçeğinin rolleri nelerdir?” diye soruyorum.
Hocam cevap veriyor:
“Gerçek sadece duyduğumuz, gördüğümüz şeyler değildir,” dedi, “Aynı zamanda düşleyebileceğimiz şeylerdir, fantastik duygulardır. Gerçeği adlandırmak, tanımlamak çok güçtür, içten dışa, dıştan içe, nesnelden öznele, öznelden nesnele bir ilişki, bir etkileşim söz konusudur. Karşılıklı etkileşim vardır. Düş ve fantezi gerçeği ile elle tutulan gerçek aynı şeydir. Düşlediğimiz, düşleyebildiğimiz gerçek tarihsel gerçekten ayrılamaz. Öte yandan, sanatsal heyecan karşısında, doğa karşısında, yaşam karşısında duyduğumuz heyecanın aynısı, benzeri değildir. Çünkü yaşamın gerçeği sanatın gerçeği olurken, sanatsal gerçek olurken, bir değişim, bir metamorfoz geçirir. Bir nesnede sanata özgü niteliklerin bulunması için bu değişim baş koşuldur. Bu nedenle, bizim estetik heyecanları gerçekten tanımamız epeyce güçtür; bu heyecanı saptamamız da güçtür. Bir bakıma, 'şu estetik değere sahiptir', 'şu estetik değere sahip değildir' diyebilmek de epeyce güçtür. Estetiğin soyut niteliğine karşın, onu anlamak'tan, onu duymak'tan kuşku duyamayız. Estetik alan çok geniştir, çok derindedir, aynı zamanda çok yüksektir. Bu uçsuz bucaksız estetik gerçekte yasaklanmış düşünce ve sözcük yoktur. Bu estetik gerçek her şeyi içine alır, her şeyi kapsar. Yani tarih, sosyoloji, felsefe, aynı zamanda insan gövdesi, ruh ve zekâyı bir bütün içinde, bir mutlak bir birlik içinde kapsar.”1 “Mitolojiyi, günceli ve sonsuzu ekleyemez miyiz bu saydıklarınıza?” dedim.
“Mutlaka! Mitolojiden nasıl yararlandığımı, tarihsel gerçek ve mitolojik öğelerden şiirlerimde nasıl yararlandığımı biliyorsun. Dini de unutma, din de ozanın bilgisine girmesi gereken toplumsal bir gerçektir. Duyumları, izlenimleri, nefis hazlarını, cinsel hazları da, cinselliği de ekle...”
Sanki Muzaffer’in yazdığı resimleri tanımlıyordu.
Bu yazdıklarımı, Muzaffer’in atölyesinde, belki de içtiğim şarabın etkisiyle, benim düşündüğümü, benim yazdığımı sanıyordum. Belki de Muzaffer’in resimlerini de ben yapmıştım. Sadece bu mu, Ritsos’un, Rimbaud’nun şiirlerini de kendi yazdığım şiirler sanıyordum. Belki de bir evrenden çıkıp ötekine girmek buydu. Bir tablonun önünde durdum, kadın kılığında, kadın halinde bir İsa gördüm, çarmıha gerilmişti. Muzaffer bağışlanmıştı artık...
Biraz ilerde bir deve vardı. “Ortadoğu’da Arap Baharı”ymış adı. Adıyla bin yaşasın. Ayaklarında kadın ayakkabıları vardı, çift hörgüçlüydü. Bağıran yüzler gördüm devenin böğründe. Bir de küçük bir figür, kollarını haç şeklinde açmış, yangından kaçan bir hasta ya da şarkı söyleyen bir Ajda damgası. Arap Baharı ile bu deve resminin ilişkisi ne? Buna iröni ya da bürleks denir, bir de acı güldürü.
Kulağımda Yannis Ritsos’un sesi. Kendi sesimi tanıdım: “Kuşkularımın boşuna olduğunu anladım bir süre sonra. Tam aksine çalışma odam bütün evreni kapsadı, esin kaynağım derinleşti ve çoğaldı, çünkü artık bütün zamanım şiire aitti. Çalıştığım sürece, odamdan çıkmadıkça kimse rahatsız etmez beni.”2 “Hocam, diye sordum, ya dışarıdaki dünya, dağlar, denizler, kentler ve sokaklar?” Sağ elinin işaret parmağını önce kaşının üzerine götürdü, sonra avucunu yüreğinin üzerine bastırdı. Gözlerini kapatmıştı. Dünya artık benim kafamın içinde, yüreğimin içinde demek istiyordu. Bu imgelem gücü anlamına geliyordu.
Buraya varınca, Muzaffer’in resimlerine dağılan yüzlerce, ilgisiz ayrıntı imleri anlar gibi oldum. İlkel insanların mağara duvarlarına yaptıkları. Resim içindeki yazılardı bunlar. Çivi yazıları, hiyeroglif imleri, damgalar.
Arkamda bir vraklama işittim. Tepegöz kurbağa. Parmaklarının ve bacaklarının arasında zurna ağızlı bir penis. “Gördüğünü kitapa yaz!”3 dedi.
Ben de ona “Kendini gören gözüm ben” dedim, kendi senini duyan sesim.
Arkamda, kırılan bir bardak sesi duydum. Dönüp baktım. Bir leş kitlesinin üzerine dirseklerini dayamış, puro için bir adam. Elinde bir şarap bardağı. Bardak elinden düşmüştü ama bir başka bardak vardı elinde. İçinde beyaz şarap. Leşin çevresinde sırtlanlar. Ve adamın sol tarafında bir mühür göz.
Göz benimle göz dilinde konuştu: “Karanlığı görürüm ben!” dedi hüzünlü bir ses-bakışla.
“O da iş mi, dedim, karanlığı görmek değil marifet karanlıkta görmek.”
O zaman:
“Karanlıkta gülümsedi bir adam,
belki çünkü karanlığı görmüştü,
belki çünkü karanlıkta görmüştü.”4
Tanıdım karanlıkta gülümseyen adamı. Sendin Muzaffer Akyol!
Yarısı melekti gülümsemesinin, şeytandı öteki yarısı!
Özdemir İnce - 27 Şubat 2014
1 Yannis Ritsos, Her Zaman En Başta Özgürlük, Türkçesi: Özdemir İnce, Herkül Millas, İoanna Kuçuradi, Kırmızı Yayınları, 2010, S.31.
2 Age.s.29
3 İncil, Yuhanna’nın Vahyi 1:11
4 Yannis Ritsos, Çev: Özdemir İnce; age.s.40