MUZAFFER AKYOL

Muzaffer Akyol'un İmzası

YAZILAR

TUNCEL KURTİZ’DEN...

Resim, doğanın yarattığı herhangi bir şeyin yüzeylerini, renklerini ve şekillerini kapsar, felsefe de aynı cisimlerin içine nüfuz eder, o cisimlerin kendilerine özgü özelliklerini gözden geçirir, ama ressamın yansıttığı hakikatle yetinmez. Ressamın hakikati, bu cisimlerin ana hakikatini kavrar, çünkü göz daha az aldanır.

O halde resim felsefedir... Çünkü eylemlerin kıvraklığı içinde cisimlerin devinimini işler, felsefeye gelince o da devinim ele alır.

(Leonardo da Vinci – Resim Kitabı’ndan Kısım 5 ve 6)

“Bir kapı önündeyim, Muzaffer’in kapısı bu. Bu kapıdan, Muzaffer’in yüreğine, yüreğindeki renklere, Muzaffer’in tarihine, felsefesine giriş yapıyoruz. Kapı açıldı, bir kapı daha çıktı önümüze, ardından bir kapı daha, kırkıncı kapıya geldik ki, bu kapıyı ancak bir Keloğlan, bir masal kahramanı açabilir.

Muzaffer, Muzo oldu, Muzo bir Keloğlan ve çığlıklara açtı kırkıncı kapıyı.

Kırkıncı kapıdan göründü bir dağ uzakta...

Bir zamanların İda’sı, günümüzün Kaz Dağı.

Dağda, Aeneas’ın teknesini buldu, İda günlerinden kalan,

Truvalı prensin teknesiydi bu.

Ana tanrıçayı güzelledi, yerleştirdi bu tekneye.

Dağın anası, bereket tanrıçası doğurdu renklerini; zeytini, narı, ayvası, bademi, binlerce otu, rengarenk ki, her biri bin derde devadır. Bebeler doğdu zeytin ağaçlarının altında, anemonlar açtı. Muzo, bizim Keloğlan masallardan çıkıp, bereketli bir karpuz kondurdu dağın zirvesine.

Paylaşın dedi.

Balıklar körfezden fırladıgeldi, salyangozlar iz bırakarak yürüdü, mavi göğü, sarı güneşin altında, doğaya bir anıt armağandı, Keloğlan’ın yaptığı, bir masaldı, halka açık bir sevgiydi.

Al gözüm seyreyle, Muzaffer’in bereketli resmini. Bak ki neler görürsün renk cümbüşü içinde. Anadolu’yu görürsün, tarihini, felsefesini görürsün. Önce kaos vardı, kainat nasıl devindi, bu güzelim gökyüzünü ve yeryüzünü yarattı. Bizim Keloğlan bir masalın içinde yüreğini buldu, yüreğinin paletinde renklerini buldu. Bu Anadolu’ydu. Anadolu’nun şiiriydi. Selman-ı Farısi aldı Sarıkız’ı Mekke’den getirdi, Kazdağı’nın zirvesine, o Sarıkız ki Hazreti Ali’nin kızıydı. Zirvenin adı Sarıkız oldu, orada arşa ağdılar. Yağdı Sarıkız Anadolu toprağına bereket olarak.

Salihli’ye, Diyarbakır’a, Kırklareli’ne.

Muzaffer tanıştı Keloğlan’la. Sohbet ederek bir dalın üstünde, iki kuş oldular. Aslında tek bir kuştular bir dalın üstünde, Karacaoğlandılar, Sümmaniydiler, Bedri Rahmiydiler, Keloğlandılar, Muzafferdiler...”