MUZAFFER AKYOL

Muzaffer Akyol'un İmzası

YAZILAR

İRKİLDİM UYANDIM

Yaşadığımız zaman dilimine baktığımızda modern yaşamın ortaya koyduğu koşullar, kapitale dayalı yaşam biçimine olan özlem, popülasyondaki artış, yeni medya ve internet ortamının oluşturduğu sanal ortam ve sistemin dayatmacılığı karşısında hayatını yaşamaya çalışan insanların duyumsal algılarının her geçen gün biraz daha köreldiğini, duyumsama yetilerinin yavaş yavaş öldüğünü söylemek hiç de yanlış bir tespit olmaz. Bu durum yaşadığımız çağın gerçeğidir ve ortalama insanlar da ne yazık ki bunu kabullenerek, sıradanlaşarak tek düze bakış açısıyla hayatlarını şekillendirmektedirler.

Her ne kadar durum bu şekilde olsa da, sıradanlaşan yaşam biçimine karşı duran, üreten, itiraz eden kısacası bireysel özgürlüklerinden taviz vermeden toplumsal bilinç oluşturma çabası ile hareket eden sanatçılar, bilim adamları, aydınlar için durum farklıdır. Onlar içinde bulunulan bu duruma karşın yeni tezler, buluşlar, yapıtlar ve fikirler üreterek insanlık ailesinin bu çıkmaz içinde nefes almasını sağlamaktadırlar.

Sanatçı toplumsal sorumluluk bilinci ile hareket eden, gerektiğinde taşın altına elini koymasını bilen, sistemle çatışmaya girmeye korkmayan kişidir ve o yüzden sanat eseri dünyaya karşı takınılan bir tutumun sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Tüm bunlardan da görüldüğü gibi sanatın, yaşamla ve dolaylı olarak siyasetle bağlantısı vardır. Yani sanat eseri bir çeşit yorumdur. Yorumun özgürleştirici bir edim olduğunu düşündüğümüzde bunun bilincin aktif hareketliliğini beslediğini görürüz ve bu da sanatçının yaşadığı coğrafya, içinde bulunduğu zaman dilimi ile kurduğu ilişki ile ortaya çıkar, anlam kazanır. İşte Muzaffer Akyol da kendi coğrafyam dediği Anadolu coğrafyasından etkilenen, bu topraklardaki yaşanmışlıklar üzerine söylemi olan, yaşadığı toplumun sorunlarına el atan, demokrasi ve insan hakları konusunda korkmadan mücadele eden ve hayatın sonsuzluğu içinde doğaya, insana inanıp seven bir sanatçıdır. O bir ressamdır, resimle var olan şairdir.

Muzaffer Akyol kendi coğrafyasından beslenen, kendi deyimiyle "yabancı reçetelere itibar etmeyen bir sanatçıdır. "Ona göre, yaşadığı toprağın zenginliği içinde, görmeyi bilen birisi için her şey vardır. Doğal olarak bu belirleyicilikle üretilen eserlerin belki de bizlere çekici gelmesi ve içimize sızması bundandır. Sanatçının iç dünyasının bir yansıması olarak ortaya çıkan bu yüzeylerin pozitif ya da ışık tutucu yanının nedeni belki de budur. Her şeye açık olan bu durum, onun düşünceyle oluşturduğu kurgunun felsefik beslemeleri ile ilgilidir. Her yapıt plastikliğin dışında üzerinde uzun zaman harcamayı gerektiren bir düşünce kavramı gibidir.

Sanatçının 1960’lardan bu yana uzanan sanat serüvenine baktığımızda Anadolu insanının mitolojik hikayeleri ile beslenen ve bu hikayeleri günümüz sorunları ile eşleştiren bir yanı olduğunu görürüz. Tanrıçalar, dilek ağaçları, Şahmeran vs. hep tarihte yaşandığı gibi tuval üzerine aktarılmıştır ama baktığımızda sadece geçmiş zamana ait izleri değil, bugünden de bir şeyler görürüz. Kendine ait bir anlatım biçimiyle şekillenen tuvallerin içinde yer alan bu politik söylemin sanatsal durumun önüne geçmeden, anlatım içinde sınırlandırılarak belirlenmesi sanatçının ustalığının bir göstergesidir.

Onun resimlerinde binlerce yıllık Anadolu tarihinin izlerini görürüz. Roma, Urartu, Sümer, Selçuk, Osmanlı vs. gibi bu topraklarda yaşayan insanların enerjilerinin yansıması ile karşılaşırız. Onun Knidos kralı ile bir aforizmada konuşması, Tanrıça Demeter ile bir güneş saatinin altında buluşup dertleşmesi, Yunus ile duygu alışverişinde bulunması bir oyun değildir. Sanatçının hissederek, duyumsayarak yaşadığı bir durumdur. O hep bize ait olan ya da bizim yakın çevremizde olan değerlerin izlerini sürerek varolmuş ve kendine özgü bir anlatım dili oluşturmuş bir sanatçıdır.

Her insan ait olduğu yere göre düşünme, hareket etme ve hissetme eğilimi gösterir. Kısacası herkes kendi coğrafyasının oluşturduğu kültürel katmanlara göre yaşar. Bu durum sanatçılar için de aynen geçerlidir. Tanımlamalar, ortaya çıkartılan yapıtlar, sanatçının yaşadığı yer ve zaman diliminden özellikler taşıdığında kalıcılığı olur ki bunu da Muzaffer Akyol'un eserlerinde net bir şekilde görürüz.

Muzaffer Akyol'un en önemli özelliklerinden biri de kendi yaşadığı coğrafyadan etkilenerek oluşturduğu simgeciliktir. Estetik ilkelere bağlı, insana dönük bu simgeciliğin yapıtların merkezinde bulunması sanatçının anlamlandırarak ortaya koyduğu sorunsala izleyicinin dikkatini çekerek onları tarihsel ve bugüne ait doğruları bulmaya yönlendirme çabasıdır. Burada sanatçı toplumu, yapıtlarıyla düşünsel olarak daha ileriye götürmektedir. Bunun hayata yüzeysel olarak bakıp gerçekleri görmeyen toplumsal yapı için hayati önem taşıdığını söylemek yanlış bir tespit olmaz. Hayatın anlamı üzerine pozitif mesajlar veren bu yapıtların insan özgürlüğünü öne çıkaran yanı Akyol'un insandan yana olan tavrını göstermektedir. Burada sanatçı sistemin ezici, yok ediciliğine karşı insandan yana olduğunu ve her şeyin yine insanın kendi elinde olduğunu, resimlerinin genellikle orta yerine koyduğu simgelerle belirtmektedir.

İletişim kurma, ileri aktarma, bilgi verme amacı içeren gösterge ya da bir şeyin temsili olarak simge, geniş anlamlar içeren kapsamlı düşünce yapısının bir seçkisi olarak karşımıza çıkar. Sanatçının özel olarak seçtiği bu simgeler bilinçli simgelerdir ve o nedenle izleyici ile direkt ilişkisi olmaktadır. Her resim simge ile anlatıma girer ve simgesel göstergelerin yoğunluğu kurgunun vazgeçilmezidir.

Muzaffer Akyol'un resimlerine iki türlü bakmak mümkündür. Bütünde anlatım ve bu bütün içinde kalan detaylara gizlenmiş olandır. O bir kuş ya da kurbağa ya da bir ağaç ya da bir nar resmi yapmaz. O bir kuşun, bir kurbağanın, bir ağacın, bir narın resmini yapar. Yani resimdeki imgeleri "özne"leştirerek özel bir konuma getirir. Bunu sanatçının, hikayenin içindeki özneye verdiği önem ya da başka bir deyişle özneyi hikayeleştirme biçimi olarak belirtebiliriz. Anlatımda kullanılan bu öznelerin simgesel bir yanı vardır. Örneğin; resimlerde çokça kullanılan "kuş" özgürlüğün, uçmanın, temizliğin, masumluğun simgesidir. "nar" ateştir, aşktır, anadır, doğurganlıktır, berekettir, içinde yoğunlaşmış düşünceyi saklayan patlamaya hazır bir anlayıştır, bir bütün içinde birbirine bulaşmadan, rahatsız etmeden oluşan ortak yaşam alanıdır. Aynen Anadolu'da olduğu gibi. Bu aslında herkesin hikayesidir, herkesi ilgilendiren bir durumdur ve bunun üzerinden anlam çoğaltmalarına gidilebilir. Yani bu anlatımı sadece politik bir hikayeye bağlayamayız. Kimi zaman bir aşk, romantik ya da mitolojik bir hikaye de bu anlatımda yer alabilir. Kısacası insana dair her şeyi Muzaffer Akyol'un resimlerinde bulabiliriz. O yüzden onun resimleri birçok şey anlatsa da bir çeşit arınmışlık ifadesi gibidir. Kendisinin deneyimleri ve yaşantısının içinden çıkan bu arınmışlık çizginin boya ile içiçe geçtiği kurgunun kaynağını oluşturur.

Bir sanatçı için yüzeyin konumlandırılması zordur. Her ne kadar planlanmış olsa da gidilecek olan yol bilinmezlikler dizisi ile doludur. Eylem başladığı andan itibaren duygusal, zihinsel etkiler karmaşası ile yol alan sanatçı kimi zaman kolayca, kimi zaman sınırları zorlayarak hedefine ulaşmaya çalışır ve bunu yaparken de kendi oluşturduğu sanatsal dil varlık ya da yokluğun habercisi olur. İşte Muzaffer Akyol'un oluşturduğu bu dilin en önemli yanı eserlerinin hiç bir akıma dahil olmamasıdır. Kendine ait özel bir anlatım diline sahip olan sanatçının resimlerini anlayabilmek için kendi coğrafyamıza, yaşam biçimimize bakmak gerekir. Özellikle günümüz sanatının batı etkisinde kaldığını düşünürsek, bunun ne kadar değerli olduğu ortadadır. Endüstrileşen, medya etkisi ve yaratılan kültür politikaları ile neredeyse standartlaşan günümüz estetiğine karşı, sorunlara değinen, bu standardın dışına çıkarak öznel bir anlatıma yönelip, bu anlatımı merkezde oluşturması sanatçının yaşadığı dünya ve kendi coğrafyasına karşı duyduğu sanatçı sorumluluğunun net bir göstergesidir. Merkezde oluşturulan kompozisyon çok önemlidir. Konu merkezde anlatılırken bu anlatımın etrafında kalan espas izleyiciye rahatlama ve konuyu daha iyi anlama olanağı verir. Bu durum aslında onun sorunsal olarak gördüklerini merkeze alarak, dikkatleri konunun üzerine çekme çabasıdır. Durum böyle olduğunda da yüzey üzerinde anlatılan konu daha önemli hale gelerek izleyicinin ilgisini çekip, onların yapıtlarla özel bir ilişkiye girmesinin yolunu açmaktadır.

Muzaffer Akyol'un resimleri bir çeşit yol göstericidir, koruyucudur. İnsana dair her şeyi, insan sorunlarını irdeleyen yanını görebileceğimiz gibi aynı zamanda, aşkı, sevgiyi mutluluğu, birlikteliği de bu resimlerde bulabiliriz. Bu onun hayata karşı duyduğu sevginin ve sorumluluğun bir göstergesidir. Hayatın katmanlarını içinde taşıyan bu süreç durumu, geçmişi bugüne, bugünü yarına taşımaktadır. Bunu da sanatçının tüm zamanlara hitap etme isteği olarak söylemek herhalde yanlış olmaz. Kimi zaman çözüm üretici, kimi zaman eleştirici özelliğe sahip olan bu yapıtları kendi tarihsel ve toplumsal düzlemi içinde değerlendirmek gerekir. Yapıtların üretildiği zaman dilimi ile kurduğu ilişki belki de bu yüzden daha anlam kazanmakta ve değerli olmaktadır.

Akyol bir doğa tutkunudur. Onun resimlerinde doğa vazgeçilmez bir durumdur. Sanatçının doğayı ele alışı, idealize edişi, estetik bir durum olarak ortaya koyuşu, izleyicilerin ruhuna inerek derin izler bırakmaktadır. Resimlerdeki birçok sembol "doğa"nın varlığının hayatımızdaki etkilerini bizlere anlatması bakımından son derece önemlidir. Narlar, kuşlar, selvi ağaçları, zeytin dalları, kediler, balıklar, kurbağalar vs.nin imgesel anlatımı birbirine bağlı, birbirini takip eden anlam dizileri gibidir ve tuval üzerinden bilinçaltımıza sızarak kalıcı bir yapıya dönüşür. Onun sanatını anlayabilmek için doğanın varlığını nasıl şiirselleştirdiğini görmek gerekir. Ortak bir yaşam alanı olarak ele aldığı doğayı bazen abartılı, bazen küçük bir durum olarak kurgulaması, doğaya ait olanı gizemli düşlerle besleyip yüzeye aktarması yaptığı resimleri düş ile gerçek arasında bir noktaya getirmektedir. Bu da Muzaffer Akyol'un yaratıcılığının kaynağında yer alan anlamlandırma iradesinin, bir ruh ve bedenden oluşan insana ve bu insanın bulunduğu topluma olan bağlılığının, sevgisinin göstergesidir.

Bu sevginin en belirgin olduğu imgeler kadın imgeleridir ve yüzey üzerinde görünen bu kadınlar son derece ilginçtir. Her biri öz kimliği ile yer alan bu imgelerin "özne" olarak anlatıma katılması sanatçının birbirinden farklı hikayeleri resimleştirdiğini ortaya koymaktadır. Bir nar içinde, bir kuş bedeninde, bir dilek ağacında görülen bu "kadınlar" kanımca sanatçının hayatına giren ya da girmeyen kadınlara karşı duyduğu sevgi ve saygının dışında onlara artı bir değer veren düşünce yapısı ile izah edilebilir. Yani sanatçının resimlerinde görülen kadınlar sistemin yarattığı sıradan kadınlar olmayıp, onun kalbinde, düşlerinde, hayatında yer alan kadınlardır. Geçmiş zamanın ve şimdinin izlerini taşıyan bir kurgular zinciri içinde özel olarak yer alan bu kadınlar sanatçının kendi deyimiyle "aşkı, anası, avradı, kızı" ve bütün bunların yanı sıra tüm zamanların anlaşılmaz varlığıdır. Sanatçının deneyimleri ve yaşantısının içinden çıkan bu kadın imgelerinin onun sanatsal yaratı planı içinde anlam bulması belki de bundandır.

Muzaffer Akyol'un resimlerinin en önemli yanlarından biri ise armonik yapı içinde kullandığı canlı renklerdir. Bu durum resimlere bakan izleyicide ciddi bir etki yaratmaktadır. Renk vazgeçilmez bir görsel eleman olarak anlatımı güçlendirmekte, bütünlüğe katkıda bulunmaktadır. Bu da sanatçının kendine ait anlatım biçimini oluşturduğu sanatsal dili özel ve biricik kılmaktadır. Onun resimlerinde renk kışkırtıcıdır, coşkundur, etkileyicidir. Öznenin varoluş sebebindeki en önemli etken olarak ruhu sarması izleyicinin içine işlemesi belki de bundandır. Sanatçının anlattığı hikayelerde rengi ön plana çıkarması, renge bu şekilde önem vermesi onun canlı ve hayata bağlı kişiliği ile açıklansa da aslında günümüz toplumunun unuttuğu ya da unutmaya çalıştığı toplumsal sorunlara dikkat çekmeye yönelten akılcı bir istek olarak da açıklanabilir. Bu açıdan Muzaffer Akyol'un resimlerine kendiliğinden bir eylem hali de diyebiliriz.

Muzaffer Akyol'un "ben kimim" sorusundan yola çıkarak kendi kültürü üzerine bir söylem oluşturması ve aynı zamanda geçmiş ile günümüz arasında kalan zaman dilimlerine ait hikayeler üzerinden resimlerini oluşturması, sanatçının bilinen ya da bilinmiyormuş gibi görünen gerçekleri farklı bir anlatım biçimiyle ortaya çıkarmasından başka bir şey değildir. Sanatçı her resminde anlatmak istediği herhangi bir konuyu cesaretle ele alıp söylemek istediği ne varsa söylemiştir. Bu durum geçmişten beri içinde bulunduğu doğru bir politik çizginin kendisine açtığı yol gibi görünse de aslında bu onun sanatçı kişiliğinin kendiliğinden oluşturduğu bir durumdur.

Muzaffer Akyol'un yapıtları hiç bir emsali olmayan, özgün, çağına tanıklık eden, aynı zamanda politik bir bilinçle oluşmuş yapıtlardır. Duygu yüklülüğü, düşünsel kurgusu, öznel anlatım biçimi ve nesnel gerçekliklerle kurduğu ilişki bizleri insani düşüncelere sevk ederek, yaşamın anlamını kavramamıza yardımcı olmaktadır. İzleyiciyi ikna etme derdinde olmasa da resimler kendi içinde sorunsallıklar taşıyan imgelerle yüklüdür. Derin anlamlar içeren bu imgelerin varlığı sistem içinde hiç şüphesiz tedirginlik yaratsa da özgür düşünce açısından bir direnç noktası oluşturan anlam dizisi olarak görülebilir.

Belli estetik ilke ve kurallar dizisi ile oluşturulan resimlerin insan ve insanla ilgili sorunsalı ortaya koyması, sistemin arızalarını dile getirip buna karşı bir duruş sergilemesi sanatçının taşın altına elini koymasından başka bir şey değildir. Susan Sontag "Gerçek sanat bizi rahatsız etme yetisi taşır" der. Kendi dünya görüşü ve düşünce sistematiği ile oluşturduğu, Kurtlar Sofrası, Orta Doğu'da Arap Baharı, Mübadele Teknesi vs. gibi resimler ve kapılar buna verilecek en iyi örneklerdir. Gerek resimler, gerek kapılar biçimsel olarak farklı olsalar da rahatsız edici, eleştirel ve düşünsel yanları ile aynı düzlemde yer almaktadırlar. Tüm bu eserler yaşadığımız zaman içindeki sorunlara değinse de bir sanat eseri olarak yalnızca bir metin ya da yorum değildir, kendisi de bir şeydir ve her geçen gün körelen duyumsal algılarımızı canlı tutarak hayata olan bağlılığımızı arttırmaktadır.

John Berger’in "bugün resim yapmak, yaygın bir ihtiyaca cevap veren bir direniş eylemidir ve umutlanmayı teşvik eder" sözünün karşılığını Muzaffer Akyol'un yapıtlarında görürüz. Onun kültürel değerlerimizle birlikte yaşadığımız toprakların, Anadolu'nun acısını, hüznünü, neşesini, isyanını, anlatırken bir yandan da aşkı, insancıllığı, doğa tutkusunu semboller dizisi ile ortaya çıkarması, hayatın devamlılığı ile ilgilenmesi ve tüm bunları pentürel derinlik duygusu yaratarak eserlerine taşıması, son derece önemli ve unutulmaması gereken bir durumdur.

Muzaffer Akyol her türlü olumsuz koşula rağmen, herkesin söylemeye korktuğu ya da fısıldayarak söylediğini haykırarak anlatmayı başarmış, yerelden evrenselliğe giden yolda önemli adımlar atmış bir ressamdır. Demokrat kişiliği, sisteme karşı duruşu ve her türlü olumsuzluğa karşı verdiği mücadelenin "irkildim uyandım bir daha uyumadım" söyleminde olduğu gibi devam edeceği artık yadsınamayan bir gerçek olarak tarihin defterine not edilecektir.

Denizhan Özer - Ocak 2015, İstanbul